Let my heart be still a moment and this mystery explore;–
‘Tis the wind and nothing more.
The Raven Edgar Allen Poe’nun 1845’te yazdığı bir şiirdir. Aslında bir hikaye anlatır bu şiir. Sevdiği kadın Lenore’yi kaybetmiş olan anlatıcının bir kuzgunla karşılaşması ve ona sorular sorması. Kuzgun sadece “nevermore” ~Bir daha asla~ diye cevaplandıracaktır tüm soruları ve seven tüm ümitlerini kaybederek yavaş yavaş deliliğe doğru ilerlerken.
Maybe if a man looks ugly,
he does ugly things.
İzlediğim ilk uyarlama 1935 yapımı Boris Karloff ve Bela Lugosi’nin rol aldığı The Raven.
Konusu biraz uzak bu şiire daha çok Edgar Allen Poe’dan çok etkilenmiş ve onun işkence aletlerinden oluşan bir koleksiyon yapmış olan Bela Lugosi bizi Poe’nun dünyasına çekmeye çalışıyor. Dr. Vollin rolünde izlediğimiz Bela Lugosi trafik kazası geçiren bir kızı babasının ısrarı sonucu ameliyat eder ve hayata döndürür. Daha sonra kızdan etkilenerek onu nasıl elde edeceğinin yollarını düşünmeye başlar. Bu arada ondan çirkin olduğu için yardım isteyen Bateman (Karloff)’u da tarafına çekerek evinde düzenleyeceği bir geceyi davetliler için tuzak haline getirir. Evin tuzak haline gelmesi, katların değişmesi vs günümüz yaratıcı korku filmlerindeki hareketli mekanların nereden etkilendiğini bulmama sebep oldu.
Filmin Poe ve Kuzgun’la olan bağlantısı Pit and the Pendulum ve Raven’ın Vollin’in en sevdiği şiir olması dışında ortada Poe’nun ruhani varlığını simgeleyen bir kuzgun heykeli olması.
Bu arada The Raven Belo Lugosi ve Boris Karloff ikilisinin birlikte oynadığı ikinci film, ilki The Black Cat’ti. Universal bir üçüncü film olarak da The Invisible Ray’i çekecektir.
Shut your beak! Quoth the raven, nevermore.
İzlediğim ikinci uyarlama kısa sürede çektiği düşük bütçeli filmlerle tanınan Roger Corman’ın 1963 tarihli The Raven’ı ve başrollerde Vincent Price, Peter Lorre ve yine Boris Karloff var.
Bunun da konusu Poe’nun şiirine uzak belki bir kaç yerden uzaktan yakalamış. Şöyle ki, bir büyücü olan ve sevdiği kadın Lenore’yi kaybetmiş olan Erasmus Craven (Vincent Price)’ın karşısına bir kuzgun çıkar. Bu kuzgun aslında bir diğer büyücü olan Dr. Bedlo (Peter Lorre)’dur. Onu Dr. Scarabus (Boris Karloff) bir kuzguna çevirmiştir. Erasmus’tan yardım ister ve tekrar insan haline döner. Bu arada karısı Lenore’nin aslında ölmediğini Scarabus’un yanında olduğunu da söyler. Yanlarına Erasmus’un kızı Estelle ve Bedlo’nun oğlu Rexford (Jack Nicholson)’ı da alarak Scarabus’un şatosuna doğru yola çıkarlar. Şatoya geldiklerinde Lenore’nin isteyerek orada bulunduğunu falan öğrenirler. Burdan sonrası komedi filmi gibi. Bana aynı yıl Jacques Tourneur tarafından çekilen The Comedy of Terrors’u hatırlattı ki onda da yine bu üçlü oynuyordu.
(Vincent Price, Peter Lorre, Boris Karloff) Ve hatta belki Vincent Price’la Peter Lorre’un ilişkisi açısından bakacak olursam Pembe Panter’deki Clouseau ve Cato ilişkisi gibi falan geldi.
Edgar Allan Poe: You are referring to one of my stories. A work of fiction!
1840 Baltimore’unda Poe’nun eserlerinden etkilenip cinayetler işleyen bir seri katili (?) araştırmak Dedektif Fields (Luke Evans) ve Poe’ya (John Cusack) düşer desem?
Raven’ların ortak özelliği Poe’ya ve gotik atmosphere sahip olmaları. Bu Poe’yu gerçekten içine almış bir film. Poe kendi eserlerini baştan gözden geçiriyor ipucu bulmak için falan da o seri katil işi ne öyle var mıydı o yıllarda seri katil yoksa daha mı yakın zamandı bu tanımı alması? Hemen bir koşu baktım A’dan Z’ye Seri Katiller Ansiklopedisi’ne de neyse. Biraz mantık hatası olmuş.
Yönetmen James McTeigue’yi V for Vendetta ile tanıyoruz, hem de ilk filmiydi, bir ilk filme göre oldukça başarılıydı.
Ne demiştim, Raven’ların ortak özelliği Poe’nun şiirini ucundan yakalamaya çalışmaları. Sadece ucundan. Öyle..
Ve,
Çok sevdiğim şiirini buraya eklemezsem olmaz.
KUZGUN
Evvel zaman önce ürkünç bir gecede,
Eski kitaplardaki yitik hikmeti,
Düşünüyordum güçsüz ve bitkin.
Başım öne düşmüş, uyumak üzereyken,
Nazik vuruşlarla kapı çaldı birden.
“Bir misafir” dedim “çalıyor kapımı”
“Bir misafir, başkası değil.”
Açık seçik hatırımda, bir Aralık günüydü,
Yerde bir hayalet gibi şöminenin ışığı.
Çaresiz sabahı istedim, kitaplardan diledim
Istırabın bitişini – Lenore’u kaybetmenin ıstırabı.
Meleklerin Lenore dedigi o bakire, nurlu ve eşsiz,
Artık ebediyyen isimsiz.
İpeksi mor perdelerin süzgün hışırtısıyla,
Garip bir dehşet kapladı, hiç yaşamadığım.
Yineleyip durdum yatıştırmak için kalbimi,
“Odamın kapısında bekleyen kişi bir misafir,
Odamın kapısındaki gecikmiş bir misafir,
Başkası değil.”
Canlandım birdenbire, daha fazla beklemeden,
“Bayım” dedim “ya da bayan, affinızı diliyorum.
Gerçek şu ki uyukluyordum, usulca kapıya vurdunuz,
Usulca geldiniz, kapıma dokundunuz.
Emin olamadım işittiğimden.”
Sonra ardına kadar açtım kapıyı,
Karanlıktı, sadece karanlık.
Merak ve endişeyle baktım karanlığa uzun uzun,
Hiçbir faninin cüret edemediği hayaller içinde.
Sessizlik bozulmadı, ne de bir işaret karanlıktan,
Orada tek kelime “Lenore” idi, fısıldadığım.
Ve karanlıktan yankılandı bir mırıltı: “Lenore,”
Sadece bu, başka bir şey değil.
Ruhum alevler içinde döndüm odama,
Ardından yine bir tıkırtı, daha da şiddetli.
“Eminim” dedim “birşeyler var penceremde,
Gidip ne olduğuna bakayım, gizem çözülsün,
Kalbim sükun bulsun, bu gizem çözülsün.
“Rüzgardır, başka bir şey değil.”
Tam kepengi açacakken, kanat şakırtılarıyla
Heybetli bir kuzgun belirdi, kutsal günlerden kalma
Hiçbir şey söylemedi, ne bekledi ne durdu
Bir saygın kişi edasiyla, kapının üstüne tünedi,
Oda kapımın üzerinde, bir Pallas büstüne tünedi,
Tünedi ve oturdu, sadece bu
Cezbederek, takındığı agır ve şiddetli tavırlarıyla
Üzgün ruhumu gülümsetti, çehresi bu siyah kusun
“Sorgucun kırpılmış olsa da” dedim “Değilsin namert,
Karanlık kıyılardan gelen, korkunç ve gaddar kuzgun.
Söyle nedir, cehennemi gecenin kıyılarındaki saygın ismin”
Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”
Şaştım bu hantal kuşun konuşmasına böyle açık,
Pek anlamlı, pek ilgili olmasa da söylediği;
Çünkü hiçbir şanslı insan yoktur, ki biliriz hepimiz
Oda kapısının üzerine tünemiş bir kuşla karşilaşsin
Kapının üstündeki büste tünemiş bir kuş ya da canavar,
Adı “Hiçbir zaman” olsun
Tek bir söz söyledi o dingin büstteki kuzgun
Taştı sanki bütün ruhu o tek kelimeden
Ne bir söz ekledi, ne bir tüyü kımıldadı
Acıyla mırıldandım: “Diğerleri uçup gittiler,
Sabah o da terkedecek beni, umutlarım gibi”
Dedi kuş “Hiçbir zaman”
Irkildim tam yerinde söylenen bu sözle,
“Şüphesiz” dedim “bu söz, tek sermayesi,
Üzgün bir sahipten miras, zalim belaların
Şarkıları tek bir nakarata düşünceye dek kovaladığı
Umutsuz ve hüzünlü bir agıt gibi tekrarlanan
“Asla—hiçbir zaman”
Kuzgun beni hala cezbedip gülümsetirken,
Yöneldim koltuğa, kapının, büstün ve kuşun önünde
Gömülürken koltuğuma, düşünüyordum
Eski zamanlardan kalma bu uğursuz kuşun
Bu gaddar, hantal, korkunç, ve kasvetli kuşun
Neydi kastettigi, derken “Hiçbir zaman”
Tahmin yürütmeye koyuldum, tek ses etmeden
Ateşli gözleriyle sinemi dağlayan kuşa
Devam ettim düsünmeye, uzatip başımı
Lambanın aydınlattığı kadife yastıgın üzerine
Lambanın gözlerini diktiği kadife ve mor yastık ki
Ah, “hiçbir zaman” yaşlanamayacak o!
Sonra görünmez bir tütsünün kokusuyla agırlaştı hava
Yüce meleklerin ayak sesleri çınladi tüylü zeminde.
“Ey Sefil” diye haykırdım “Bir ferahlık verdi sana Tanrın”
Lenore’un hatıralarından kurtulasın diye bir ilaç,
İç bu iksiri kana kana ve sil Lenore’u aklından
Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”
“Kahin” dedim “şeytani birsey! –kahin yine de, kuş ya da iblis”
Kışkırtıcı mıydı yoksa bir fırtına mı seni bu sahile atan
Kimsesiz ama gözüpek – bu afsunlu çöl topraginda
Bu perili evde—bana gerçegi söyle, yalvariyorum
Var mı – günahların ilaci? Söyle bana–söyle, yalvarıyorum
Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”
“Kahin” dedim “şeytani birsey! –kahin yine de, kuş ya da iblis”
Üstümüzde kıvrılan gökler ve yücelttigimiz Tanri adına
Söyle bu hüzünlü ruh, uzaktaki cennette, sarılabilecek mi
Meleklerin Lenore adını verdigi kutsal bir bakireye
Meleklerin Lenore dediği o eşsiz, nurlu bakireye
Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”
“Bu söz ayrılık imimiz olsun ey kuş, ya da iblis”
“Dön artık fırtınaya, ve cehennemi kıyılara,
Söylediğin yalana nisan tek tüy bırakma.
Yalnızlıgıma dokunma, terket o büstü,
Çek gaganı kalbimden, çek suretini kapımdan”
Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”
Uçmuyor kuzgun, oturuyor orada, hala orada
Oda kapımın üzerindeki o süzgün büstte
Rüya gören bir iblisin bakisi gözlerinde
Gölgesi akıyor zemine yüksekteki lambadan
Ve bu gölgeden, yerde uzanmış yatan,
Yükselecek mi ruhum? – “hiçbir zaman”
Edgar Allan Poe